2018’in sonuna yaklaşırken, Kasım ayında, Helsinki’ye araştırma faaliyetleri sebebiyle bir haftalığına gitme şansım oldu. Bu Helsinki’ye ikinci kez gidişimdi. İlki 2013 yılının yazındaydı ancak sadece 1-2 gün kalmıştım ve etrafı çok fazla görme şansım olmamıştı. Kasım ayı Helsinki’yi gezmek için pek uygun bir zaman olmasa da iş sebebiyle orada olduğumdan seçme şansım olmadı. Helsinki’nin diğer aylardaki durumunu bilmiyorum ama en azından benin yaşadığım yerde Kasım ayı yılın en zor geçen ayı. Hava soğuk, günler çok kısa olduğundan karanlık ve kar olmadığı için heryer gri.
Bu sefer Helsinki’de Aalto Üniversitesi’ne yakın bir yerde kaldım. Hem üniversite kampüsünü ve çevresini görme şansım oldu, hem de birkaç sene önce açılan metroyu denemiş oldum 🙂 Metro, Aalto Üniversitesi’ni ve şehrin batı tarafını şehir merkezine bağladığı için oldukça faydalı olmuş.
Helsinki şehir merkezi adım başı alışveriş merkezi ile dolmuş. 2013 yılındaki gezimden aklımda kaldığı kadarıyla o zamanlar bu kadar çok alışveriş merkezi yoktu. Maalesef alışveriş çılgınlığı her yerde.
Helsinki şehir merkezi genel olarak çok da sevimli binaların olmadığı, dışarıdan sıkıcı görünen bir şehir. Biraz şehir dışına doğru çıkınca ormanlar ve göller kaplıyor manzarayı. Benim kaldığım bölgede de çok hoş yürüyüş yolları vardı. Kısmen keşfettiğim bir yürüyüş yolu beni kuş gözlem kulesinin olduğu bir sulak alana götürdü. Maalesef böyle alanlarda çıplak gözle çok fazla şey görmek mümkün değil ama yine de keyifli bir yürüyüştü.
Önceki Helsinki ziyaretimden hatırımda kalmayan, hatta belki de o zamanlar dikkatimden kaçan ilginç bir detay oldu bu sefer: Pembe taşlar. Toprak/kum yollar, göl kıyısındaki irili ufaklı taşlar, ufak kumsallar, asfaltın içindeki çakıl taşları, deniz kenarındaki yürüyüş yolundaki taşlar… Hepsi pembe. Özetle, karanlık Kasım ayında, günlerin neredeyse bütün aydınlık zamanını ofiste geçirdiğim bir iş seyahatinden aklımda kalan ‘pembe Helsinki’.