Kategori arşivi: Gezi

Ormanın Renkleri

Orman her mevsim ayrı güzel, her mevsim ayrı renklere bürünüyor yeryüzü. Her farklı bölgede farklı yaşanıyor mevsimler, haliyle renkler de değişiyor. Burada Ağustos ayının ikinci yarısında sonbahar gelmeye başlıyor. Tarlalardaki ekinler sararmaya, orman sonbaharın binbir rengine bürünmeye başlıyor. Orman meyveleri, mantarlar, sararıp dökülmeye başlayan yapraklarla tam bir cümbüş yaşanıyor doğada. Ben de yakınlardaki ormana kısa bir yürüyüş yaptım geçen haftasonu. Fotoğraf makinamı yanıma almayı unutuyorum genelde, bu sefer unutmadım 🙂

Pembe Helsinki

2018’in sonuna yaklaşırken, Kasım ayında, Helsinki’ye araştırma faaliyetleri sebebiyle bir haftalığına gitme şansım oldu. Bu Helsinki’ye ikinci kez gidişimdi. İlki 2013 yılının yazındaydı ancak sadece 1-2 gün kalmıştım ve etrafı çok fazla görme şansım olmamıştı. Kasım ayı Helsinki’yi gezmek için pek uygun bir zaman olmasa da iş sebebiyle orada olduğumdan seçme şansım olmadı. Helsinki’nin diğer aylardaki durumunu bilmiyorum ama en azından benin yaşadığım yerde Kasım ayı yılın en zor geçen ayı. Hava soğuk, günler çok kısa olduğundan karanlık ve kar olmadığı için heryer gri.

Karanlık Kasım ayında göl kenarı.

Bu sefer Helsinki’de Aalto Üniversitesi’ne yakın bir yerde kaldım. Hem üniversite kampüsünü ve çevresini görme şansım oldu, hem de birkaç sene önce açılan metroyu denemiş oldum 🙂 Metro, Aalto Üniversitesi’ni ve şehrin batı tarafını şehir merkezine bağladığı için oldukça faydalı olmuş.

Aalto Üniversitesi kütüphanesi.

Helsinki şehir merkezi adım başı alışveriş merkezi ile dolmuş. 2013 yılındaki gezimden aklımda kaldığı kadarıyla o zamanlar bu kadar çok alışveriş merkezi yoktu. Maalesef alışveriş çılgınlığı her yerde.

Göl kenarında yürüyüş yolu.

Helsinki şehir merkezi genel olarak çok da sevimli binaların olmadığı, dışarıdan sıkıcı görünen bir şehir. Biraz şehir dışına doğru çıkınca ormanlar ve göller kaplıyor manzarayı. Benim kaldığım bölgede de çok hoş yürüyüş yolları vardı. Kısmen keşfettiğim bir yürüyüş yolu beni kuş gözlem kulesinin olduğu bir sulak alana götürdü. Maalesef böyle alanlarda çıplak gözle çok fazla şey görmek mümkün değil ama yine de keyifli bir yürüyüştü.

Sulak alan.

Önceki Helsinki ziyaretimden hatırımda kalmayan, hatta belki de o zamanlar dikkatimden kaçan ilginç bir detay oldu bu sefer: Pembe taşlar. Toprak/kum yollar, göl kıyısındaki irili ufaklı taşlar, ufak kumsallar, asfaltın içindeki çakıl taşları, deniz kenarındaki yürüyüş yolundaki taşlar… Hepsi pembe. Özetle, karanlık Kasım ayında, günlerin neredeyse bütün aydınlık zamanını ofiste geçirdiğim bir iş seyahatinden aklımda kalan ‘pembe Helsinki’.

Pembe (ve siyah) taşlar.

Dünyanın Kuzey Ucu: Svalbard

Norveç ulusal bilişim konferansı bu sene Svalbard’da düzenlendi. Konferansı Svalbard’a taşımak kimin fikriydi bilmiyorum ama konferansın popüleritesini arttırdığı kesin. Ben de bölümden pek çok diğer meslektaşımla birlikte 17-21 Eylül 2018 tarihleri arasında Svalbard’da idim.

Svalbard dünyanın neresinde diyecek olursanız, aşağıdaki ekran görüntüsüne bakabilirsiniz. Yazıyla tarif edecek olursam da kuzey kutbundan kabaca 1300 km güneyde, Grönland’ın yanında bir yerde. 🙂

Svalbard’a gitmeden önce vakit buldukça biraz bilgi edinmeye çalıştım. Yine de dünyanın bu kadar kuzeyinde, oldukça zorlu ilkim şartlarında ve anakaradan oldukça izole bir şekilde yaşamın neye benzediğini kestirmek kolay değildi benim için. Her zaman gitme fırsatımın olmadığı (ya da benim öyle düşündğüm) bir yeri ziyaret edeceğim için, konferans haricindeki tüm zamanımı diğer sosyal etkinliklere ayırmaya çalıştım. Herşeyi tek tek anlatmaya kalkarsam bu yazı gerçekten çok uzun olabilir. O yüzden maddeler halinde yazmaya çalışacağım.

Havaalanında bizi ilk karşılayan şey 🙂

  • Svalbard her ne kadar resmen Norveç’e bağlı olsa da özel bir statüye sahip ve Schengen alanında değil. O yüzden Oslo (ya da Tromsø) üzerinden Longyearbyen’e olan uçuşlar dış hatlar terminalinden, pasaport kontorllü bir şekilde. Buna rağmen ‘duty free’ alışveriş yapamıyorsunuz çünkü aslında başka bir ülkeye gitmiyorsunuz.

    Longyearbyen.
  • Svalbard’da çalışmak için iş bulmanız yeterli, herhangi özel bir izin gerekmiyor. Vergiler Norveç’in diğer yerlerine göre çok düşük. O yüzden 50’nin üzerinde farklı milletten 3000’e yakın insan yaşıyor. Bir kısmının motivasyonu para kazanmak olsa da bir kısmı Svalbard’da yaşamaktan oldukça memnun görünüyor.

    Longyearbyen içme suyu kaynağı bu göl.
  • 1900’lu yılların başında kömür madenciliği faaliyetleri başlamış ve sanırım ilk o zamanlar kalıcı yerleşimin temelleri atılmış. Bugün birçok kömür madeninden sadece 1 tanesi aktif olarak çalışıyor.

    Svalbard’daki çalışan tek kömür madeni.
  • Çıkarılan kömür adanın elektrik ve sıcak su ihtiyacını karşılıyor. Büyük bölümü ise Almaya’ya ihraç ediliyor. Kömür kalitesi yüksek olduğundan bu kömürün Almanya’da çelik ve otomotiv sanayiinde kullanılıyormuş.

    Longyearbyen çarşısında madenci heykeli.
  • Turistler her yerde olduğu gibi Svalbard’da da eksik değil. İş amaçlı gelenlerin yanı sıra özellikle yazın pek çok turist adaya geliyor. O yüzden Longyearbyen’de benim sayabildiğim en azından 6-7 tane otel var. Birçok farklı seyahat/tur firması farklı outdoor etkinlik imkanı sunuyor. Sanırım bu firmalarda rehber olarak çalışan insanların sayısı da epey fazla. Etkinlikler arasında doğa yürüyüşleri, gemi ve kano turları, buz mağarası turu ve köpeklerle kızak turları var. Elbette yaz ve kış etkinlikleri farklı.

    Svalbard’da yaz etkinliklerinden birisi.

    Etrafta büyük köpek çiftilklerini görmek mümkün. Bu köpekler Green Dog firmasının köpeklerinden bazıları.

    Lütfen köpeklerinizi buraya park etmeyiniz! Köpeklerin ne kadar yaygın kullanıldığı tabelalardan da belli oluyor 🙂
  • Svalbard’da köpeklerin yeri ve önemi ayrı. Etrafta pek çok kocaman köpek çiftlikleri görmek mümkün. Ziyaretçilere sunulan etkinliklerde de köpekler çoğunlukla insanlara eşlik ediyor. Ben de silahlı bir rehber ve köpeği ile buzul yürüyüşüne katıldım.

    Foxfonna yürüyüşünde rehberim ve köpeği.

    Foxfonna buzulu.

    Uzaklarda Longyearbyen görünüyor.
  • Svalbard kutup ayıları ile ünlü ama adaya özgü pek çok bitki ve hayvan türü var. Kutup tilkisi, Svalbard ren geyiği ve çeşitli kuşlar bunlara dahil. Bu hayvanların bir bölümü doldurulmuş olarak müzede sergileniyor. Kutup ayıları oldukça tehlikeli hayvanlar ve adada her an her yerde olabilirler. O yüzden şehir merkezi hariç silahsız dolaşılması tavsiye edilmiyor. Merkezdeki dükkanlara ise silahla girilmesi yasak.

    Svalbard rengeyikleri. Anakaradaki rengeyiklerine göre daha ufaklar ve daha değişik görünüyorlar.

    Marketlere silahla girmek yasak.

    Svalbard’daki en ünlü tabela kutup ayılarına karşı uyarıyor.
  • Svalbard’da toprak donmuş olduğu için adaya yapılan binaların temelleri ya da su, kanalizasyon gibi altyapı kanalları kazılamıyor. Kazılsa da sağlam olmuyor. O yüzden evler zemine çakılan ahşap kazıklar üzerine inşaa ediliyor. Su ve kanalizasyon boruları ise yerin yüzeyinden geçiyor ve ısıtmalı borular kullanılıyor.
  • Büyük bir şehirde olan hemen herşey Longyearbyen’de mevcut: Anaokulu ve diğer okullar, kütüphane, kültür merkezi, alışveriş merkezi/dükkanlar, banka, postane, hastane, kilise, spor merkezleri, oteller, yüzme havuzu, müze, havaalanı ve hatta arktik araştırmalarına dair bir üniversite. Şehirde özellikle doğa sporu malzemeleri satan dükkanların sayısı dikkat çekiyor. Uzun yıllar gerekli izinlerin alınması için mücadele ettikten sonra birkaç yıl önce kurulan dünyanın en kuzeyindeki bira fabrikası ‘Svalbard Brewery’ de burada yer alıyor.

    Dünyanın en kuzeyindeki bira fabrikası: Svalbard Brewery.

    Longyearbyen kütüphanesi.
  • Toprak donmuş olduğundan ve iklim şartları yüzünden adada tarım yapmak mümkün değil. Adada ağaç da yetişmiyor. O yüzden adadaki su ve kömür hariç herşey, yapı malzemeleri, yiyecek, kıyafetler, odun, kağıt, cam yani herşey dışarıdan getiriliyor. Adada yaban hayat ve çevre genel olarak koruma altında olduğundan çöpler de anakaraya gönderiliyor. O yüzden yiyecek fiyatları Norveç anakarasına göre biraz daha pahalı. Uzun vadede adadaki kömür santralini kapatıp daha çevreci bir elektrik üretimine geçmek isteseler de ada halkı bunu yakın zamanda pek olası bulmuyor.

    Adventdalen güzel manzaralar sunan bir vadi.
  • Svalbard’da hiç ağaç olmamasına rağmen milyonlarca yıl öncesinden kalma bitki fosilleri bulmak mümkün. Sanırım bu kömür madenlerini de açıklıyor 🙂

    Milyonlarca yıl öncesinden yaprak fosilleri.
  • Adada ünlü ‘Svalbard küresel tohum merkezi’, radar iletişim merkezi ve çeşitli bilimsel ölçüm istasyonları bulunuyor. Bunlardan birisi de kuzey ışıkları araştırmasında kullanılan dev çanak antenler.

    Kuzey ışıkları araştırmalarında kullanılan dev çanak antenler.

    Havaalanından manzara.

    Sonuç olarak, Svalbard tahmin ettiğimden daha güzel ve çok daha iyi yerleşilmiş bir yer. Yaşam standartları Norveç’te herhangi bir yerden farklı değil gibi görünüyor. Yine de 6 ay gece 6 ay gündüze yakın şekilde yaşanan karanlık ve aydınlık zamanlar, sert iklim koşulları, dışa bağımlılığı ve en yakın anakaradan epey uzak olması gibi sebeplerle tanıdığım pek çok kişinin yaşamak istemediği bir yer.

    Benim için bu birkaç günlük deneyim gerçekten harikaydı. Dünyanın en ilginç konferans mekanlarından birisindeydim sanırım. Konferans yemeği ise ‘Barentz Camp’te bir çadırda oldu. Onun dışında Foxfonna buzulunda yürüyüş yapma ve bitki fosillerini yakından görme şansım da oldu, elbette silahli rehberler eşliğinde!

    Çadırdaki konferans yemeğine giderken silahlı korumalarımız eksik olmadı.

    Orada bulunduğum süre içinde Svalbard’da yaşamanın nasıl olacağını düşündüm. Herhalde ilk yıl oldukça ilginç geçerdi 🙂  Tekrar yolum düşer mi Svalbard’a bilmiyorum ama özellikle kışını görmek ve diğer outdoor aktivitelere kaıtlmak isterdim.

Mantar Avı

Ormana gidip mantar toplamak mı? Ben hiç anlamam mantar cinslerinden. Hem bu konuda birisine güvenmek de çok zor, ya zehirli çıkarsa?

Mantar toplamak bazıları için vazgeçilmez bir hobi. Bu konuda uzman diyebileceğim birkaç arkadaşım var ama ben hiç öğrenmeye heves etmedim. Ta ki İngilizce adı ile ‘Chanterelle’ ile tanışana kadar. Türkçe’de ne dendiğini bile bilmiyorum ama Wikipedia’ya göre yumurta mantarı deniyormuş. Bu mantarı zehirli bir mantar ile karıştırmak gerçekten zor görünüyor. Sanırım suni ortamda yetiştirmesi zor olduğundan marketlerde pek bulunmuyor. Tadı ve kokusu çok cezbedici, ayırdetmesi kolay olduğundan ve buralarda bolca bulunduğundan artık benim de toplayabileceğim bir mantar var 🙂

Chanterlle

İlk mantar toplama deneyimim.

Yine de hala mantar toplamaya ya da diğer cinsleri öğrenmeye hevesim pek yok. Daha ziyade ormanda yürüyüşe çıktığımda, özellikle yağmurlu bir mevsimdeyse, etraftaki mantar çeşitliliğine hayran hayran bakmayı seviyorum. Arada biraz da fotoğraf çekiyorum:

  

 

 

  

Bazı mantarlar o kadar büyük, bazıları da o kadar değişik renk ve şekillerde ki insan içinde mantar evlerin olduğu masal ve filmlerin nereden çıktığını daha iyi anlıyor 🙂

Reykjavik’ten Detaylar

Temmuz ayındaki İzlanda seyahatimden sonra hala arada geriye dönüp fotoğraflara bakıyorum ve baktıkça aslında fotoğraflamadığım pek çok detay hatırlıyorum.  1000’e yakın fotoğraf çekmişim toplamda ama aklımda kalanlara göre fotoğraflar çok eksik kalmış yine de.

Aşağıdaki fotoğraflar İzlanda’daki son günümde, çok güzel bir havada Reykjavik’te etrafta yürürken yakaladığım bazı detaylar.

dsc_5497

dsc_5509
Bir sergiden detay. Serginin sadeliğine hayran kalmıştım.

dsc_5513
Ünlü kilise Hallgrímskirkja ve Leifur Eriksson heykeli.

dsc_5519

dsc_5522

dsc_5525

dsc_5529
Eski bir fotoğraf çerçevesi. Kim bilir kimlere ait.

 

dsc_5528
Dekoratif tabak.

 

Aşağıdaki son dört fotoğraf ise Reykjavik’teki ilk günümde görüntülediğim detaylar.

dsc_4747
Harpa – Konser salonu.

 

dsc_4784
İşlenmiş balık derisi.

 

dsc_4726

dsc_4802

İzlanda’da Birkaç Gün

DSC_5076-crop

Uzun zamandır görmek istediğim İzlanda yalnızca hayallerimde iken aniden gelişen olaylar sonucu gerçeğe dönüştü. Her ne kadar yalnız yolculuk etmeyi ve gezmeyi sevsem de en az iki kişi gezmenin bazı durumlarda daha ekonomik olduğu bir gerçek. Örneğin İzlanda gibi görülecek ilginç yerlerin şehir içinde olmadığı, buralara gitmenin en iyi yolunun ise (bence) araba kiralamak olduğu ya da birden fazla kişinin kalabileceği bir odayı, tek kişilik günlük hostel parasına kiralamak durumlarında olduğu gibi. Sonuç olarak, bir yol arkadaşı bulan ben sevinçle kütüphaneye gidip İzlanda’yı anlatan kitaplar aldım. 🙂 Kitaplar epey detaylı olsa da oraya gidip görmeden önce kitapta anlatılanlar havada kalıyor. Yine de giriş düzeyindeki bilgileri edinmek için faydalı olduklarını söyleyebilirim.

Genelde uzun uzun anlatmayı, geziye ait çeşitli notlar düşmeyi seviyorum. Ama bu kez bütün detaylardan önce İzlanda deneyimimi maddelerle özetlemek istiyorum:

  • İzlanda’nın sadece Reykjavik bölgesi ve güney sahilini (Kirkjubæjarklaustur’a kadar) 7-12 Temmuz 2016 tarihlerinde gezdim.
  • Çok fazla turist var! Daha doğrusu benim beklentimin çok ötesinde turist vardı İzlanda’nın her köşesinde. Gerçi ziyaretimin tam tatil sezonuna denk gelmesinin de sonucu olabilir ama yerel insanlardan öğrendiğime göre kışın bile epey turist oluyormuş. Dünya çok kalabalık, insanlar her yerde.
  • İzlanda nüfusunun 3’te 2’sinin yaşadığı başkent Reykjavik bence çok özel bir yer değil. Elbette görmeye değer ancak bence asıl ilginç yerler şehir dışında. Reykjavik’te evlerde sıcak su çeşmelerinden kaplıca suyu akıyor ve oldukça kötü kokuyor. 🙂
  • İzlandalılar turizmi geliştirme ve pazarlama konusunda oldukça başarılılar. (Bkz. ikinci madde!)
  • İzlanda’da gördüğüm ağaçların neredeyse tamamı şehir içinde bulunuyor.
  • İzlanda mutfağı benim tecrübe ettiğim kadarıyla Norveç mutfağının benzeri ve biraz daha kötüsü. Hiç şaşırtıcı değil bu tabii ki.
  • İzlanda dilinin dilbilimsel olarak hiç alakası olmadığı halde telafuzunun Fince’ye benzemesi ilginç.
  • Reykjavik’ten uzaklaştıkça şehir dışında yaşayan insanlar için üzülmedim değil, çok izole yaşıyorlar.
  • Adanın coğrafyası çok değişik. Yanardağlar, buzullar, devasa şelaleler, her yere saçılmış volkanik taşlar, geysir… Gerçekten görülesi ve tecrübe edilesi yerler.

SONUÇ: İzlanda’nın küçük bir bölümünü görebildim ama gördüğüm kadarını çok beğendim. Aslında estetik olarak çok güzel diyemem belki de ama çok değişik, etkileyici ve özel olduğu kesin. Adanın geri kalanı beni bekler. 🙂 Bir sonraki hedefim adanın diğer bölümleri, balina gözlemi ve bu gezide zamanımın yetmediği Vatnajökull buzulu. Kim bilir belki bir yanardağ patlaması bile denk gelir… 🙂

NOT: Çektiğim fotoğraflara buradan ulaşılabilir.

Seminerlerin Ardından Çayeli’nden Öteye

Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde ve Rize’nin Çayeli ilçesinde Linux ve özgür yazılım anlatmak için yollardaydık bu kez. Kelkit’te meslek yüksekokulu öğrencilerine, Rize’de ise meslek lisesi öğrencilerine hitap ettik. Eee oralara kadar gitmişiz, Çayeli dediğin Kaçkar Dağları’nın dibi, nasıl durulur ki bir yaylaya çıkmadan?

DSC_7400-300x199
Ayder Yaylası.

Perşembe ve Cuma günleri seminerler vardı, ardından haftasonunu fırsat bilerek Ayder Yaylası’na çıktık. Aslında Ayder Yaylası’na yıllar önce gitmiştim. Fazla betonlaşmış, şehirleşmiş, kalabalıklaşmış bulup keyif alamamıştım. Ancak mevsim itibariyle ulaşılabilecek yayla sayısı fazla değil, özellikle de toplu taşıma araçlarıyla gidecekseniz. Neyse ki sezon açılmadığı için yaylada fazla kalabalık yoktu. Tabii ne yazık ki tesisleri, binaları taşıyamıyorsunuz. Çoğu kapalı olmasına rağmen şehir havasından kurtulamıyorsunuz.

DSC_7261-300x199
Yürüyüş sırasında görünen Kaçkar Dağları.

Yaylaya çıkma amacımız gezip görmek kadar, dağ tepe bayır yürümekti aynı zamanda. Yanımızda botlar, tozluklar, yağmurluklarla zorlu Karadeniz koşullarına hazırlıklıydık. Bundan önce Karadeniz’e her gidişimde mutlaka yağmura yakalanmıştım. O kadar çok yağış alan bir bölgeyi, hem de bu mevsimde yağmursuz düşünemiyordum. Ancak 11 Nisan’da Erzincan’da başlayıp 15 Nisan’da Trabzon’da biten etkinliğin sadece ilk günü, yani 11 Nisan’da Erzincan’da yağmur vardı. Ayder Yaylası’nda hava günlük güneşlikti. Yürüyüş sırasında yandık epey. Hem çok sıcaktı hem de güneş fena yakıyordu. Yağmura ve kara karşı hazırlıklıydık ama güneş hiç aklımıza gelmemişti. Suratımdaki tüm güneş yanıklarına rağmen yine de çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Hem tüm manzaranın tadını çıkarabildik hem de hiç ıslanmadık. Her yerden gürül gürül akan sular eşliğinde, sonradan Kavrun Yaylası’na doğru çıktığını öğrendiğimiz karlı yolda 5-6 kilometrelik keyifli bir yürüyüş yaptık.

DSC_7305-199x300
Gürül gürül akan dereler.

Yürüyüş boyunca hayıflandığımız birkaç şey oldu. İlki alınan kilolar ve kondisyon eksikliği. Benim için aylardır hareketsiz oturmanın cezası. İkincisi kafa lambası almamış olmamız. Hava kararmadan dönmek zorunda oluşumuz, sürekli saati kontrol etmekle ve geri dönüş yolunu hesaplamakla uğraştırdı bizi. Bir diğeri yanımıza GPS almamış olmamızdı. Tam olarak kaç kilometre yürüdük daha kolay hesaplayabilirdik. Son olarak güneşi hesaba katmamış olmamız var. Belki çok nadir bir hava durumuna denk geldik ama şapka ve güneş kremi bu mevsimde bile gerekli olabiliyormuş Karadeniz’de. Bir de yolun neredeyse üçte birini Ayder Yaylası’ndan çıkmak için tırmanarak geçirdik. Tüm tesislerin bittiği yere kadar bir araçla gelinse çok çok daha keyifli bir yürüyüş yapılabilirdi ancak bizim durumumuzda bu geçerli değildi tabii.

DSC_7321-199x300
Yol boyunca şelaleler vardı.

Geri dönüşle birlikte toplam 10-12 kilometrelik bir yürüyüşün ardından muhlama yemek lazımdı. 🙂 Yanında gelen mısır ekmeği de ayrıca harikaydı. Genel olarak yemeklerden memnun kalınca (köfte de hiç fena değildi doğrusu) ertesi gün sabah kahvaltısını da aynı yerde yapmaya karar verdik.

Ertesi gün sıcak ama hafif bulutlu bir hava vardı Ayder’de. Söylentilere göre yağmur yağacakmış sonraki gün. E tabii biz gidiyorduk, yağsın artık. 🙂 Ayder dönüşü Pazar ilçesi üzerinden Çayeli’ne gidecektik. Pazar’dan Çayeli minibüsüne binmeden önce bir peynirci dükkanını satın almaktan son anda vazgeçtik ve sadece kocaman birer torba peynirle yetinmeye karar verdik. 🙂

İki güzel seminerin ardından yaylaya çıkmak gerçekten keyifli oldu. Çayeli’ndeki seminerde lise öğrencilerine hitap ederken daha hareketli, görseli bol sunumlar yapmamız gerektiğini öğrendik. Öyle olsa daha iyi olabilirdi ama yine de hem bir kısım öğrencinin hem de öğretmenlerin ilgisi gayet iyiydi.

DSC_7200-300x199
Çayeli semineri.

Kelkit seminerinde karşımızda zaten hitap etmeye alışık olduğumuz bir kitle olduğundan, daha güzel ve sorunsuz geçti seminer. Seminere olan ilgiden oldukça memnun kaldık.

DSC_7144-300x199

Kelkit semineri.

Kelkit’te her yerde kuşburnu yetiştiğini öğrenmem, oraların ünlü kuşburnu içeceği (fındıkla ve soğuk olarak denedik), Kelkit’ten Rize’ye giderken geçtiğimiz Gümüşhane’nin merkezi ve ünlü Zigana Geçidi aklımda kalan diğer şeyler oldu. Ve seminerlerin ardından Çayeli’nden öteye yaptığımız bu küçük gezi, uzun zamandır hayalimde olan, sırtımda çadır o yayladan bu yaylaya, konaklaya konaklaya daha uzun bir yürüyüş isteğini körükledi.